KPY

4. UCLG Kültür Zirvesi Yankıları II “İzmir Kültür Zirvesi Üzerine Notlar: Nefes Darlığı ile Mücadele Etmek

Aralık '21

İzmir Kültür Zirvesi Üzerine Notlar: Nefes Darlığı ile Mücadele Etmek

Can Zeren (Ph.D.)

 

İlkel kulübeye[1] vardım ve barkodumu aldım. “Bip” sesini takiben, zirvenin klimatize mekanına girme izni verilmiş, kayıtlı, masum ve aşılı bir katılımcı olduğumu kanıtladım. Açılış oturumu alışıldığı üzere siyasilerin konuşmalarıyla başladı. Tarih 9 Eylül 2021 idi. İzmir’in Kurtuluşu büyük coşkuyla kutlanıyordu.

Konuşmalarının ardından siyasetçiler sahnede aile fotoğrafı çektirdi. Hemen sonra, danışmanlar ve korumalardan oluştuğunu tahmin ettiğim hatırı sayılır bir kalabalık ayağa kalkıp siyasilerin etrafında toplandı ve hep beraber salondan ayrıldılar. Birdenbire huzur dolu bir sessizliğin farkına vardım, hatta havalandırma sisteminin beyaz gürültüsünü bile seçebiliyordum. Bu aynı zamanda video konferans teknolojisiyle zirveye uzaktan katılan tanınmış ekofeminist aktivist Vanada Shiva’nın açılış konuşmacısı olarak ekranda görüldüğü andı.

“Tek Sağlığa Sahibiz”

Shiva konuşmasına Sanskrit dilinden Sanskriti ve Vikriti kavramlarına değinerek başladı. Sanskriti’nin “bizi bir arada tutan” kültüre, Vikriti’nin ise tüm insan ve insan-dışı yoldaşlarımızla ilişkilerimizi parçalayan bir dejenerasyona karşılık geldiğini ifade etti. 1988 yılında yayınlanan Staying Alive kitabında, Shiva yine bu kavramlarla beraber, orijinal töz, çeşitlilik, uyum ve feminen prensibin orijinal koşulu anlamlarına gelen ve yaşamla birlikte gelişmemiz için özen göstermemiz gereken Prakriti’ye vurgu yapar.[2] Benzer şekilde, Shiva konuşmasında da kültürü, yaşamla ortak gelişim ve “yerküreyle nasıl bağlı olduğumuzun ayırdına varabilme” diye tarif etti. Elbette bu kendi üzerimize düşünme becerisinin yerküreyle özenli ve yakın ilişkimizi sürdürmenin ve “Yerküre Demokrasisi”ni[3] gezegenin tüm insan ve insan-olmayan sakinleri arasında tesis etmenin bir yolu olduğu söylenebilir.

Shiva’nın felsefesi göz önüne alındığında, Hindistan’ın büyük şairi Rabindranath Tagore onun için gerçek bir ilham kaynağıdır.[4] Burada bu esinlenmeyi belirtmek çok önemlidir çünkü Tagore şehirde vücut bulan Batı uygarlığıyla, ormanda vücut bulan Hint uygarlığının farkına vurgu yapar. Burada Tagore’nin söylemek istediği, ‘ayrışmanın mentalitesi’ ile ‘uyum ve birleşmeyi teşvik eden mentalite’ arasındaki farktır: “Tuğla, odun ve demir içinde kafeslenmemiş Hint düşünürler ormanın yaşamıyla çevrili ve bağlıdır” der Tagore.[5] Orman kültürü doğrultusunda, Shiva, -gezegen ve insanlık bir bütün olarak- “tek bir sağlığımız olduğunu” ve bu sağlığı korumamız gerektiğini vurgulayarak konuşmasına devam etti. Bu anlamda, şehirleri “insan uygarlığının sindirim sistemi” diye tasvir etti ve “sağlığın bu sindirim sisteminden yeniden canlanacağının” altını çizdi. Şüphesiz ki, bu iyileşme zihin, beden ve çevre dolanıklığının sağlığına özen göstermeye ve yaşam ağının sağlığını beslemeye dayanır.

Shiva’ya göre çeşitlilik ve demokrasi bütünleşmiştir ve bunlar aşağıdan yukarıya, topraktan serpilir. Buna binaen konuşmasında “diktatörlükler yukarıdan gelir” ve “bombalar yukarıdan aşağıya atılır” diye vurguladı Shiva. Tam bu anda, gökyüzünde büyük bir uğultu duyuldu. Bu, akrobatik savaş uçaklarının sesiydi. Vandana Shiva konuşmasını bir şiir ile bitiriyordu: “bu yerkürede, bu toprakta, bu saf çayırlarda, şefkat ve sevgi tohumlarından başka bir tohum ekmeyelim.”

“Düşünce İstenci”

Ardından, savaş uçaklarının büyük uğultusu sürerken, profesör Serhan Ada “yeni bir sürdürülebilirlik” üzerine açılış konuşması için sahneye çıktı. Konuşmasına dünyayı kuşatan pandemiye ve ona eşlik eden tüm diğer felaketlere rağmen insan toplumunda devam eden hızlanmaya ve yüksek hızlı yarışa değinerek başladı. Bu bağlamda da “hayatta kalma” kavramının izah edilmesi ve ekoloji ve halk sağlığının kültürün bir parçası olarak kavranması ihtiyacını öne sürdü. Buna ek olarak Ada “sürdürülebilirliği” ayrıntılandırarak, “Antroposenin alacakaranlığında” hızlanma problemiyle baş ederken kendimizi doğanın ve insan-olmayanların ritimlerine uyumlamanın ne kadar önemli olduğunun altını çizdi. Alacakaranlık karşısında, “güzelliğin ve yaşamın kendisinin sürdürülebilirliği”ni beslemek yolunda kültürel faaliyetlerin ve sanatın bu uyumlanmanın araçları olduğunu ifade etti. Bu noktada, Ada şimdi yeni kavramlar üretmenin zamanı olduğunu vurguladı. Bu anlamda Friedrich Nietzsche’nin “güc istenci” yerine “düşünce istenci”ni koyma önerisiyle konuşmasını tamamladı.

“Daha Sağlıklı Kavramlar” ile Dans

Aslına bakılırsa, 1885 sonbaharında filozof ve “zirvelerin şairi”[6] Güç İstenci için yayınlanmamış bir önsöz taslağında “Sadece düşünmek için bir kitap, hepsi bu: sadece düşünmenin bir haz olduğu insanlara aittir, başkasına değil”[7] diye yazar. Dahası, “düşünce” diye ekler Nietzsche bir başka yerde, “dans etme gibi öğrenilmeyi gerektirir … ayaklarla, kavramlarla, sözcüklerle”.[8] Dans etmeyi bir sağlık pratiği olarak dikkate alırsak, “düşünce istenci” böylelikle bir “sağlık istenci” olarak betimlenebilir.

Ecce Homo’da, Nietzsche “hastalığı” bir perspektif olarak kavramanın kişiye daha sağlıklı kavramlar[9] üretebilme gücünü verdiğinin önemine vurgu yapar. Felsefesini sağlık istenci ve yaşam istencinden kurmasını sağlayan hastalığına “etkili bir uyarıcı” diye atıf yapar.[10] Burada Nietzsche dualistik ve tıbbileştirilmiş bir hastalık ve sağlık kavramına işaret etmez. Bunun ötesinde, sahip olmadığımız, ancak sadece elde etmek için sürekli bir mücadele içinde kalabileceğimiz ve dolayısıyla hem “neşe” hem “kederle” bütünüyle yüzleşme becerisini[11] sağlayacak olan “büyük sağlığı”[12] hedefler.

Bu mücadele elbette Nietzsche’nin kişinin “kendi içinden kendine özgü bir biçimde serpilip geçmişi ve yabancı olanı yeniden biçimlendirme ve kendine katma, yaraları iyileştirme, yitirilmiş olanın yerine yenisini koyma, parçalanmış biçimleri kendinden yeniden oluşturma gücü” diye tanımladığı bir “plastik gücü” [plastische Kraft] gerektirir.[13] Bununla birlikte, plastik güç yavaşlığı ve küçüklüğü talep eder. Plastisitenin kısa yollar ve ani çözümlerle ilgisi yoktur.

Bağlantılı olarak, Tan Kızıllığı’na önsözünde Nietzsche kendisini “yavaş okumayı öğreten” diye sunar ve “yavaş okuma”nın derin ve telaşsız sanatına vurgu yapar.[14] Doğrusu, yavaşlığın bu sanatı zor koşullar altında yaşama verilen azami dikkate işaret eder: “bir ‘iş’ çağının ortasında … her şeyin ‘işini hemen bitirmek’ isteyen telaş, gereksiz ve terletici acelecilik”[15] diye altını çizer Nietzsche bu koşulların… Yavaşlık ile birlikte, Nietzsche bir başka yerde “küçük olma becerisini” belirtir:

Çiçeklere, otlara ve kelebeklere yakın da olabilmeli, onlardan fazla yukarıda durmayan bir çocuk gibi. Gelgelelim, biz büyükler onların çok fazla üstüne çıktık ve onların düzeyine inmemiz gerekir; diyorum ki, onlara sevgimizi dile getirdiğimizde nefret ediyor otlar bizden. -İyi olan her şeyden pay almak isteyen, her an küçük olmayı da bilmeli.[16]         

“Düşünce istenci” bizden sağlıklı kavramlarla dans etmemizi ister ve yavaşlık ve küçüklük ile dost olabilme kabiliyetini talep eder. Gezegen sakinlerinin ritimleriyle uyumlanmayı kasteder. Öyleyse, acil ama süreğen bir sağlık pratiği ve doğa-kültür dolanıklığını yavaşça ve dikkatle okuyabilmek için mevcut hastalık durumunu bir perspektif olarak benimsemeliyiz.

“Daha Fazla Hafriyat Değil, Daha Fazla Kesişim” (“No more Extractions, but Intersections”)

Kültür zirvesinde en çok tekrarlanan tema: Şu andan itibaren, kültürü ayrı bir sektör olarak düşünmek mümkün değildir. Neşe ya da acı getiren, iyileştiren ya da yaralayan ne var ne yoksa, tüm krizler ve çözümler kültür ve sanatlarla bağlantılıdır. Şimdilerde, Nicolas Buchoud’nun[17] konuşmasında altını çizdiği gibi kültürün esasen peyzajlar, kaynaklar, altyapılarla da dolanık olduğuna dair artan bir farkındalık var. Bu anlamda, endüstriyel tasarımcı Tita Larasati de yaklaşık 17,000 adadan oluşan Endonezya’nın muazzam kültürel çeşitliliğine ve diyalog ve birliğin sürdürülmesi için bu çeşitliliğin altyapılara nasıl bağımlı olduğuna işaret etti.

Kaynaklarımız ve altyapılarımız sanat eserlerimiz kadar kültüreldir. Kültürü bu şekilde kavramak yaşam ile nasıl ilişkilendiğimiz üzerine eleştirel bir pratiği uygulama gücünü bize sağlar. Örneğin tarihte soylu bir renk olarak nitelenen imparatorluk moru rengini düşünelim. Bu pigmenti sağlamış olan Akdenizdeki Murex kabuklu deniz canlısının artan deniz suyu sıcaklıkları nedeniyle soyunun tükendiği söyleniyor.[18] Antik zamanlardan beri, bu hafriyatçı mentalite bu kabukluyu tükenişe doğru sürüklemiştir. Aşırı avlanma ekosistemin rezilyansı (esnek dirençliliği, yılmazlığı) üzerinde zincirleme bir etki bırakırken deniz yaşamını bozmuştur. Tarih boyunca, aynı mentalite hafriyatçı endüstrilere evrilmiş, birçok başka türü de olası bir tükenişe götürmekte olan mevcut iklim krizinin yolunu döşemiştir. İşte bu hafriyatçı mentaliteye karşıt olarak, Tita Larasati konuşmasında kıymetli bir ifadeye yerinde bir biçimde başvurdu: “Daha fazla hafriyat değil, daha fazla kesişim.”

Hiyerarşik Düşünmeyi Aşmak için Tırmanmak

Her boyutta, her düzeyde kesişim: Gezegenimizin tüm sakinleriyle hiyerarşik olmayan ilişkiler için, ayrımcılık olmadan, ırkçılık olmadan, türcülük olmadan… Bununla beraber, hiyerarşik düşüncenin üstesinden gelmeden yalnız ekolojik krizi çözmeye odaklanmak büyük olasılıkla sürdürülebilir hiyerarşiler yaratacaktır. Karbondan arındırılmış sürdürülebilir savaşlarda tümüyle geri dönüştürülmüş malzemeden yapılmış uçakların tümüyle geri dönüştürülmüş bombalar attığını düşünün… Ekolojik eylem motivasyonlarıyla süslü kamusal sanat projeleri düzenlerken devasa “yeşil” havalimanları inşa eden ya da tasarlayan firmaları düşünün… Öyleyse, hiyerarşik düşünmeye çare bulmadan geri dönüştürülmüş ve sözüm ona net sıfır karbon bir dünyada yaşamak yeterli midir? Böyle soruları sormaya ve kendimizi uyarmaya günbegün devam etmeliyiz. Çünkü bu kriz yalnız iklim ve ekolojiyle ilgili değil. Bu hiyerarşik düşünmenin ve bunu sürdürmekten sorumlu olanların krizidir. Kültür ve İklim Krizi atölye oturumunda, Dr. Güven Eken Anadolu köylülerinin bir ifadesini dile getirdi: “Kurda, kuşa, aşa.” Öyleyse, tohumları saçarken bu umut sözlerini söyleyen bu köylüler hiyerarşik düşünmeyi aşabilecek büyük tırmanıcılar olarak tanımlanabilir.

Doğa ve Kültürün Yaratıcı Dolanıklığı

Aynı oturumda, İklim Mirası Ağı’nı temsilen Andrew Potts “iklim eylemi” için “kültürel mirasın seferber edilmesinin”nin ne kadar kritik olduğuna vurgu yaptı. Hem genel olarak hem de kültürel miras sektörü özelinde aynı tas aynı hamam zihin yapısını eleştirdi. Ardından, Potts dayanışma perspektifinin güçlendirilmesi için kültürel miras sektörü ile iklim bilimcilerin arasında bir diyalojik alan kurulmasına olan acil ihtiyaca dikkat çekti. Konuşmasının sonunda ise sistemik değişim adına “İklim eyleminde kültürü hesaba katın” sloganını kullandı. Şu halde, gezegenin ve kültürün iyileştirilmesi ile birlikte kırılgan doğal-kültürel mirasın geleceği böylesi derin ve ortak bir sorumluluğu talep eder.

Burada ayrıca sanat ve kültürün yaratıcı eylemini ekoloji ve iklim kriziyle mücadele için seferber eden bir inisiyatif olan Julie’s Bicycle’ın kurucusu Alison Tickell’in zirvedeki katkılarını anmak yerinde olur. Tickell deneyimlediğimizin yalnız bir iklim krizi değil, bir kültür krizi olduğunun altını çizdi. Bu anlamda, bu oluşumun ana faaliyetlerinden birinin kültür/sanat sektöründe ekolojik okuryazarlığa katkı yapmak, ırk ve cinsiyet eşitsizliklerin üstesinden gelirken doğa ve kültürün sürdürülebilir ekosistemini geliştirmek üzere ekoloji ve kültür arasında bir tercüme merkezi oluşturmak olduğunu ifade etti.

“İnsan Failliği” için Temiz Hava

Sanat/kültür ve çevre/iklim eylemi arasında diyalojik bir bağlantı için yapılan hamleler yaşamsaldır. Aynı zamanda bahsi geçen bu hamleler ‘gezegenin krizi’ yerine ‘insanlığın krizi’ne işaret eden mühim dersler sağlar. Öyle ki bu yaklaşım insanmerkezci “sürdürülebilir kalkınma” kavramı yerine, tüm insan-olmayanları ve insanları kapsayan “sürdürülebilir oluş”[19] gibi bir posthümanist kavramı tesis etmeyi mümkün kılar. Böyle bir perspektif ise insan-olmayan faillerle uyumlanmayı gerektirir. Bununla beraber, Prof. Şebnem Yücel’in kültür ve kamusal alanlar üzerine yaptığı konuşmasında altını çizdiği “insan failliği”ni unutmamalıyız. Bu anlamda, Yücel, özelleştirme, soylulaştırma ve tüketim mekanlarının karşısında yaratıcı toplulukların, sanat, kültür ve tasarım girişimlerinin ana hedefinin “insan failliğini mümkün kılanlar” haline gelmek olduğunu kısa ve öz bir şekilde değerlendirdi. Yücel’in burada "insan failliğini mümkün kılmak" ile kastettiği, insanların eylem, kendini ifade etme ve “kültürel müzakere” açısından “özgür” ve “rahat” hissettikleri, “eşit erişime açık” kamusal alanları “deneyimleme hakkının ve gücünün” teşvik edilmesidir. Özetleyecek olursak, tüm bu eylemler insan failliği için nefes alınabilir bir atmosfer oluşturmaya, sağlıklı bir gezegen için hayal gücü ve özgürlük havası sağlamaya hizmet eder.

 

 

Acil ama Yavaş ve Sürekli Şifa

Nefes açlığımız var. Kültür krizi bizi açlıktan kıvrandırıyor. Doğa-kültürlerde tüm insan ve insan-olmayanlarla bir arada nefes alabilmek nasıl mümkün olabilir? İşte bu şiddetli açlığın ortasında, hızlanma ve dikkatimizin çöküşü karşısında, İtalyan felsefeci ve aktivist Franco “Bifo” Berardi mevcut nefes alma krizini ve olası tedavisini tarif eder:

Küresel bir nefes alma krizinin ortasındayız: ciğerlerimiz ve hava kirliliği bugünün problemleridir. Fakat aynı zamanda, insanlar arasında ekonomik ve araçsal ilişkilerden daha mühim olan bir tür ilişkiyi keşfetmekteyiz. Bu ilişki, nefes almanın uyumunun ilişkisidir, bir ritmi, erotik bir ritmi, zekânın ritmini, şiirin ritmini, şehirde yürümenin ritmini, gecenin ve gündüzün ritmini paylaşmanın ilişkisidir. Nefes almanın ritmi. Nefes almanın gezegensel uyumuna dayanan bir eşitlik fikrinin ortaya çıkmasını bekliyorum.[20]

Öte yandan, Nietzsche de “sayısız kez dikkat edilmeden yapılan ihmaller”den ortaya çıkan nefes darlığı için yavaş bir şifa önerir.[21] Beden ve zihin sağlığı için Nietzsche’nin bu yavaş şifası, hayatımızdaki “en küçük alışkanlığı” bile aşamalı olarak değiştirmek ve hava açlığıyla baş etmek için yavaş egzersizleri kapsar.[22] Bir sağlık pratiği olarak sanat,[23] bu iyileşmeyi, bir başka deyişle, kapasitemizi güçlendirmek için özgürlüğün ve hayal gücünün temiz havasını üretebilir. Sadece sanat değil, görünüşte önemsiz olan her eylem, yaratıcı çareler için bir potansiyel barındırır. Deniz seviyesinde bile nefes darlığı çektiğimiz için bu zirveler, nefes almayı sürdürmek için temiz hava sağlayan pencereleri açar. Yine de tam da kendi hayatlarımızdan doğan günlük eylemlerimiz olmadan resmi toplantılar muhtemelen yeterli olmayacaktır. Gezegenimizin sağlığı için bu eylemler, yerkürenin ritimlerinin yavaş okunmasını ve hiyerarşik düşüncenin üstesinden gelmek için daha sağlıklı kavramlar icat etmeyi içermelidir. Yavaşlığı somutlaştırırken ve küçüklüğe dikkat ederken acil ama sürekli eylemlere ihtiyacımız var. Ancak bu şekilde, zirvelerin havasının gündelik hayatı doldurması ve tüm irtifalarda nefes alınabilir bir atmosfer yaratması mümkün olabilir.

 

 

[1]“İlkel kulübe” küçültücü bir söz değildir. 1775’te Marc-Antoine Laugier sütun, saçak ve alınlıktan oluşan bu kulübeyi tüm mimarlığın kök formu olarak kavramsallaştırır. Hanno-Walter Kruft, History of Architectural Theory (Princeton Architectural Press, 1994), 152.

[2] Vandana Shiva, Staying Alive: Women, Ecology and Development (Zed Books, 1988), 7; 38-40.

[3] Vandana Shiva, Earth Democracy: Justice, Sustainability and Peace (Zed Books, 2005).

[4] “Vandana Shiva: Everything I Need to Know I Learned in the Forest,” YES! Magazine, May 3, 2019, https://www.yesmagazine.org/issue/nature/2019/05/03/vandana-shiva-seed-saving-forest-biodiversity.

[5] Shiva, Staying Alive, 55-56.

[6] Gaston Bachelard, Air and Dreams: An Essay on the Imagination of Movement, trans. Edith Farell and Frederick Farell (Dallas Institute Publications, 2011), 127.

[7] Friedrich Nietzshce, Güç İstenci, çev. Nilüfer Epçeli, (İstanbul: Say Yayınları, 2010), 20

[8] Friedrich Nietzsche, Twilight of the Idols, or, How to Philosophize with the Hammer (Indianapolis: Hackett Pub, 1997), 48-49.

[9] Friedrich Nietzsche, Ecce Homo: Kişi Nasıl Kendi Olur, çev. Can Alkor, (İstanbul: Norgunk, 2020), 14

[10]Nietzsche, Ecce Homo, 14

[11]Friedrich Nietzsche, Böyle Buyurdu Zerdüşt, çev. A. Turan Oflazoğlu, (Ankara: Bilgi Yayınevi, 1970), 347]

[12]Friedrich Nietzsche, The Gay Science, trans. Walter Arnold Kaufmann, 1st ed. (New York: Vintage Books, 1974), 346.

[13]Friedrich Nietzsche, Tarihin Yaşam için Yararı ve Sakıncası: Zamana Aykırı Bakışlar 2, çev. Mustafa Tüzel, (İstanbul, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2015), 8. İngilizce çeviride “plastic power”, Türkçe çeviride ise “şekillendirici güç” olarak kullanılan kavramın Almancası “plastische Kraft”. Bu nedenle, “plastisite” kavramıyla da ilişki kurarak Türkçesini “plastik güç” olarak kullandım.

[14]Friedrich Nietzsche, Tan Kızıllığı: Ahlaksal Önyargılar Üzerine Düşünceler, çev. Hüseyin Salihoğlu ve Ümit Özdağ, (Ankara: İmge Kitabevi, 2020), 17-18.

[15]Nietzsche, Tan Kızıllığı, 17

[16]Friedrich Nietzsche, Gezgin ve Gölgesi: İnsanca, Pek İnsanca-2, çev. Mustafa Tüzel, (İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2014), 40.

[17] Grand Paris Alliance for Metropolitan Development Başkanı

[18] Peter Beaumont, “Ancient Shellfish Used for Purple Dye Vanishes from Eastern Med,” The Guardian, December 5, 2016, sec. Environment, https://www.theguardian.com/environment/2016/dec/05/ancient-shellfish-red-mouthed-rock-shell-purple-dye-vanishes-eastern-med.

[19] Nick J Fox and Pam Alldred, “Sustainability, Feminist Posthumanism and the Unusual Capacities of (Post)Humans,” Environmental Sociology 6, no. 2 (April 2, 2020), 125. https://doi.org/10.1080/23251042.2019.1704480;

[20]“‘Capitalism Is No Longer Inevitable.’ A Conversation with Franco ‘Bifo’ Berardi,” L’Internationale Online, July 28, 2020, https://internationaleonline.org/opinions/1039_capitalism_is_no_longer_inevitable_a_conversation_with_franco_bifo_berardi/. Ayrıca orijinal İspanyolca metin için bağlantı: https://ctxt.es/es/20200401/Politica/32051/capitalismo-confinamiento-crisis-franco-berardi-bifo-filosofo-entrevista-marcelo-exposito.htm İspanyolca Podcast için bağlantı: http://culturaunam.mx/elaleph/salas-aleph/pandemia-en-germinal/

[21]Nietzsche, Tan Kızıllığı, 256. İngilizce’ye “slow cures” olarak çevrilen “Langsame Curen”, Almanca’dan Türkçe’ye yapılan çeviride “yavaş kürler” olarak kullanılmış. Burada “yavaş şifa”, “yavaş bir şifa” olarak kullanmayı tercih ettim.

[22]Nietzsche, Tan Kızıllığı, 256.

[23]Nietzsche, Güç İstenci, 510.

 

Fotoğraf: UCLG. https://www.flickr.com/photos/uclg/albums/72157719830347054

 

 

Can Zeren doktorasını İletişim Bilimleri alanında İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde “Siyasal İletişimin Ekolojisi: Propaganda Coğrafyaları ve İstanbul’da Altyapısal Karışıklık” başlıklı teziyle Şubat 2021’de tamamladı. İzmir Ekonomi Üniversitesi’nden İşletme lisans, İstanbul Bilgi Üniversitesi’nden Medya ve İletişim Sistemleri yüksek lisans derecesi aldı ve aynı kurumda araştırma görevlisi olarak çalıştı. Çalışmalarına bağımsız olarak devam etmektedir. İlgilendiği araştırma alanları arasında medya ekolojileri, siyasal iletişim, maddesellik ve medya, kentsel iletişim, altyapı çalışmaları, iletişim felsefesi ve ekolojik medya okuryazarlığı yer almaktadır.